Yetenekli Bir Akademisyenin Günlüğü
Bu Öykü, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof.Dr.Hakan Ömeroğlu’nun kaleme almış olduğu hayal ürünü olan, hiçbir kurum ve kişiyle ilgisi olmayan bir kariyer hikayesidir.
1. Gün: Fakülteden artık mezun oldum. Babam, amcam, dayım, eniştem hepsi çok iyi ve değerli insanlar olduğu için herhalde artık önüm açık. Bugün sevgili dayıcığımın da değerli katkılarıyla asistanlık sınavını kazandım. Gerçi yeni kurulan bir üniversitenin yeni kurulan bir bölümü ama olsun. Ölmez sağ kalırsam, uzman, doçent ve profesör basamaklarını kolaylıkla geçeceğimi umuyorum.
5. Yıl: Bugün uzman oldum. Tezimi sınava üç ay kala belirleyebildik. Neyse ki bu üç ayda yoğun bir tempoyla tezin işlerini bitirdim ve yazdım. Sağ olsun, yakın arkadaşım tezimin önemli bir bölümünü yazdı. Çocuğun geleceği bence çok parlak, hem üç yabancı dil biliyor hem araştırma işlerinden çok iyi anlıyor hem de bilgisi mükemmel. Tek kusuru, çevresinde değerli tanıdıkları yok. Neyse bunları geçelim. Hem pratik hem de teorik sınavda pek iyi değildim, ama nasıl olsa bu sınavda herkesi geçiriyorlar. Hem suç bende değil ki. Bölümün kadrolu üç profesörü var, ama hepsi de büyük illerde geçici görevli, iki üç ayda birkaç gün buraya ancak gelebiliyorlar. Bir tane genç uzman var, o da her şeye yetişemiyor ki. Neyse bundan sonra sevgili babacığım sayesinde büyük bir ilde ve büyük bir kurumda çalışacağım. Orada bilgi ve becerimi geliştiririm.
10. Yıl: Bugün doçent oldum. Zaten bu yola girdikten sonra doçent olamamak çok zor. Bu işin en zor yanı yayın işi galiba. Bilimsel araştırma ve yayın yapma konusunda yeteneğim oldukça kısıtlı gibi. Çevremde yetenekli arkadaşlarım vardı, sağ olsunlar bilimsel çalışmalar yaptılar, pek katkım olmasa da benim adımı yayınlara yazdılar. Bir de makaleleri yayınlamak için bazı dergiler bir sürü para istediler, arkadaşlarım hesabı hep bana ödettiler, neredeyse maaşımın hepsini bunlara harcadım. Neyse doçentlik dönemimde şu yazı-çizi işine biraz eğilirim ve açığımı kapatırım. Ama bir jüri üyesi “Adayın yayınları niteliksel açıdan yetersiz, hiç atıf almamış, birkaç yayınında etik sorun olabilir.” diye tutturmuş, neyse ki diğer jüri üyeleri ona uymadılar. Hem bana ne kızıyorsun kardeşim, bu makaleleri ben yazmadım ki, yalnızca benim adımı eklediler, bu makaleleri yazan arkadaşlara kız… Büyüklerimin ve özellikle de sevgili amcacığımın hakkını yemeyeyim, sınavdan önce jüri üyelerine “Bu çocuk pırlanta gibi.” diye son derece önemli referans verdiler. Sınavda pek bir şey bilemedim, ama onu da heyecanıma bağladılar. Sanırım teorik bilgimi doçentlik dönemimde biraz geliştirmem gerekiyor. Bir süre sonra profesörlük var. Neyse o zamana dek kendi yerimde durayım, çünkü burası çok iyi, üniversiteyi şimdilik ne yapayım, sonra profesörlük için düşünürüm.
15. Yıl: Bugün profesör oldum. Enişteciğim sağ olsun, uzaklarda bir üniversitede profesör kadrosu açılmasına ön ayak oldu ve kadro ilanında tesadüfen beni tanımlayan özellikler de vardı. Son altı ayda sağ olsun çevremdeki gençler üç beş yayına birden benim adımı da yazıverdiler, böylece sevgili dostlarım olan jüri üyelerinin olumlu raporlarıyla da profesör oldum. Ama büyük şehirden ayrılmamam lazım, çünkü ailem, oturmuş iş düzenim burada. Geçici görevlendirmeyle yıllardır çalıştığım gözümün nuru kurumuma yeniden geldim, ama uzaklardaki üniversitede profesör kadrosundayım. Asistanlık dönemimde hocaları geçici görevlerde bulunan bir bölümde çalışmıştım, demek 15 yılda pek bir şey değişmemiş, istikrar korunmuş. Şu bilimsel araştırma konusuna biraz eğilmem lazım, profesörüm diye gençler bu konuda beni biraz sıkıştırıyorlar.
20. Yıl: Beş yıllık profesör olmama ve bugüne dek bir gün üniversitede fiilen çalışmışlığım olmamasına rağmen, sevgili bacanağımın da katkılarıyla bendeki büyük akademik geleceği görüp beni önemli bir göreve atadıklarını öğrendim. Teşekkür konuşmamda, akademik yükseltme ve atamalarda hatır gönül işlerinin değil akademik geçmişin ön planda olması gerektiğini, üniversitelerdeki öğretim üyesi kadrolarının eğitim-öğretim ve araştırma işlerini hakkıyla yapanlarca doldurulması gerektiğini söyledim. Büyük alkış aldım, hatta o kadar duygulandım ki, gözlerimden birkaç damla yaş bile süzülüverdi. Artık bugünden itibaren üniversitede fiilen çalışmaya başladım ve öğrencilere ilk dersimi anlattım. Üniversite hocalığı zor işmiş, ilk derste öğrenciler beni sorularıyla epey terlettiler. Daha çok okumam ve çalışmam lazım… Ama yayın sayım müthiş, gençler benim adımı her yayına yazıyorlar, ama ne yazık ki adımın yazılı olduğu çalışmaların çoğunu dergide yayımlandıktan sonra okuyabiliyorum.
25. Yıl: Yükselişim sürüyor. Atama ve yükseltmeler için çok fazla “adaya destek isteği” geliyor. Desteksizler için işimiz kolay, “Ne yazık ki yeni bir elemana ihtiyacımız yok.” diyorum, olay bitiyor. Destekli adaylar için de aslında iş kolay, ama bunlara kadro bulmak çok seyrek de olsa zor olabiliyor, kadro bulamazsak eşe, dosta, büyüklere meramımı anlatamıyorum, hemen küsüyorlar. Bazen çok donanımlı, ama “hiç desteksiz” ya da “desteği yetersiz” adaylar geliyor, onlara da üzülmüyor değilim, ama elimden bir şey gelmez ki…
30. Yıl: Bugün asistanlığı birlikte yaptığım, bana tezimde çok yardımı olan ve “geleceğini parlak gördüğüm” arkadaşıma rastladım. Çok yetenekli bir çocuktu, ihtisas sonrası zar zor kendini uzaklarda bir üniversiteye atmıştı. Ülke içinde ve dışında pek çok başarılı bilimsel projeye imza attığını, çok sayıda bilimsel ödül aldığını, ülke dışında çok tanınır olduğunu ve oralardan çok sayıda teklif aldığını ancak geri çevirdiğini, değerli öğrenciler yetiştirdiğini duymuştum. Biraz karamsardı, kendini eğitim-öğretim ve araştırmaya fazlasıyla adadığı için geçim sıkıntısı çektiğini, kimsenin kendisinin fikirlerinden yararlanmadığını söylüyordu. “Güzel kardeşim sen çok değerli bir bilim insanısın, bizim bölüme gel.” diyecek oldum, ama bir baktım ki “Bizim bölümde yeni hocaya ihtiyacımız yok.”… Hem daha birkaç ay önce yeğenimi hoca olarak almıştık. Yeğenim diye söylemiyorum, ama “pırlanta gibi bir çocuk.” Bir de bölüme almak için söz verdiğim bir büyüğümün yakını var. Gerçi kendisini tanımıyorum, ama eminim ki o da “pırlanta gibi bir çocuktur”…
40. Yıl: Bugün emekli oldum. Şu yaş sınırı olmasa bir 10 yıl daha koltuğumda oturur ve hizmetlerimi sürdürürdüm. Huzur içindeyim, çünkü arkamda bana benzeyen, akademik olarak o kadar parlak bir genç nesil bıraktım ki. Yerimi nasıl dolduracaklar bilmem, ama benim gibilere o kadar çok ihtiyaç var ki.
Kaynak: Medimagazin
1. Gün: Fakülteden artık mezun oldum. Babam, amcam, dayım, eniştem hepsi çok iyi ve değerli insanlar olduğu için herhalde artık önüm açık. Bugün sevgili dayıcığımın da değerli katkılarıyla asistanlık sınavını kazandım. Gerçi yeni kurulan bir üniversitenin yeni kurulan bir bölümü ama olsun. Ölmez sağ kalırsam, uzman, doçent ve profesör basamaklarını kolaylıkla geçeceğimi umuyorum.
5. Yıl: Bugün uzman oldum. Tezimi sınava üç ay kala belirleyebildik. Neyse ki bu üç ayda yoğun bir tempoyla tezin işlerini bitirdim ve yazdım. Sağ olsun, yakın arkadaşım tezimin önemli bir bölümünü yazdı. Çocuğun geleceği bence çok parlak, hem üç yabancı dil biliyor hem araştırma işlerinden çok iyi anlıyor hem de bilgisi mükemmel. Tek kusuru, çevresinde değerli tanıdıkları yok. Neyse bunları geçelim. Hem pratik hem de teorik sınavda pek iyi değildim, ama nasıl olsa bu sınavda herkesi geçiriyorlar. Hem suç bende değil ki. Bölümün kadrolu üç profesörü var, ama hepsi de büyük illerde geçici görevli, iki üç ayda birkaç gün buraya ancak gelebiliyorlar. Bir tane genç uzman var, o da her şeye yetişemiyor ki. Neyse bundan sonra sevgili babacığım sayesinde büyük bir ilde ve büyük bir kurumda çalışacağım. Orada bilgi ve becerimi geliştiririm.
10. Yıl: Bugün doçent oldum. Zaten bu yola girdikten sonra doçent olamamak çok zor. Bu işin en zor yanı yayın işi galiba. Bilimsel araştırma ve yayın yapma konusunda yeteneğim oldukça kısıtlı gibi. Çevremde yetenekli arkadaşlarım vardı, sağ olsunlar bilimsel çalışmalar yaptılar, pek katkım olmasa da benim adımı yayınlara yazdılar. Bir de makaleleri yayınlamak için bazı dergiler bir sürü para istediler, arkadaşlarım hesabı hep bana ödettiler, neredeyse maaşımın hepsini bunlara harcadım. Neyse doçentlik dönemimde şu yazı-çizi işine biraz eğilirim ve açığımı kapatırım. Ama bir jüri üyesi “Adayın yayınları niteliksel açıdan yetersiz, hiç atıf almamış, birkaç yayınında etik sorun olabilir.” diye tutturmuş, neyse ki diğer jüri üyeleri ona uymadılar. Hem bana ne kızıyorsun kardeşim, bu makaleleri ben yazmadım ki, yalnızca benim adımı eklediler, bu makaleleri yazan arkadaşlara kız… Büyüklerimin ve özellikle de sevgili amcacığımın hakkını yemeyeyim, sınavdan önce jüri üyelerine “Bu çocuk pırlanta gibi.” diye son derece önemli referans verdiler. Sınavda pek bir şey bilemedim, ama onu da heyecanıma bağladılar. Sanırım teorik bilgimi doçentlik dönemimde biraz geliştirmem gerekiyor. Bir süre sonra profesörlük var. Neyse o zamana dek kendi yerimde durayım, çünkü burası çok iyi, üniversiteyi şimdilik ne yapayım, sonra profesörlük için düşünürüm.
15. Yıl: Bugün profesör oldum. Enişteciğim sağ olsun, uzaklarda bir üniversitede profesör kadrosu açılmasına ön ayak oldu ve kadro ilanında tesadüfen beni tanımlayan özellikler de vardı. Son altı ayda sağ olsun çevremdeki gençler üç beş yayına birden benim adımı da yazıverdiler, böylece sevgili dostlarım olan jüri üyelerinin olumlu raporlarıyla da profesör oldum. Ama büyük şehirden ayrılmamam lazım, çünkü ailem, oturmuş iş düzenim burada. Geçici görevlendirmeyle yıllardır çalıştığım gözümün nuru kurumuma yeniden geldim, ama uzaklardaki üniversitede profesör kadrosundayım. Asistanlık dönemimde hocaları geçici görevlerde bulunan bir bölümde çalışmıştım, demek 15 yılda pek bir şey değişmemiş, istikrar korunmuş. Şu bilimsel araştırma konusuna biraz eğilmem lazım, profesörüm diye gençler bu konuda beni biraz sıkıştırıyorlar.
20. Yıl: Beş yıllık profesör olmama ve bugüne dek bir gün üniversitede fiilen çalışmışlığım olmamasına rağmen, sevgili bacanağımın da katkılarıyla bendeki büyük akademik geleceği görüp beni önemli bir göreve atadıklarını öğrendim. Teşekkür konuşmamda, akademik yükseltme ve atamalarda hatır gönül işlerinin değil akademik geçmişin ön planda olması gerektiğini, üniversitelerdeki öğretim üyesi kadrolarının eğitim-öğretim ve araştırma işlerini hakkıyla yapanlarca doldurulması gerektiğini söyledim. Büyük alkış aldım, hatta o kadar duygulandım ki, gözlerimden birkaç damla yaş bile süzülüverdi. Artık bugünden itibaren üniversitede fiilen çalışmaya başladım ve öğrencilere ilk dersimi anlattım. Üniversite hocalığı zor işmiş, ilk derste öğrenciler beni sorularıyla epey terlettiler. Daha çok okumam ve çalışmam lazım… Ama yayın sayım müthiş, gençler benim adımı her yayına yazıyorlar, ama ne yazık ki adımın yazılı olduğu çalışmaların çoğunu dergide yayımlandıktan sonra okuyabiliyorum.
25. Yıl: Yükselişim sürüyor. Atama ve yükseltmeler için çok fazla “adaya destek isteği” geliyor. Desteksizler için işimiz kolay, “Ne yazık ki yeni bir elemana ihtiyacımız yok.” diyorum, olay bitiyor. Destekli adaylar için de aslında iş kolay, ama bunlara kadro bulmak çok seyrek de olsa zor olabiliyor, kadro bulamazsak eşe, dosta, büyüklere meramımı anlatamıyorum, hemen küsüyorlar. Bazen çok donanımlı, ama “hiç desteksiz” ya da “desteği yetersiz” adaylar geliyor, onlara da üzülmüyor değilim, ama elimden bir şey gelmez ki…
30. Yıl: Bugün asistanlığı birlikte yaptığım, bana tezimde çok yardımı olan ve “geleceğini parlak gördüğüm” arkadaşıma rastladım. Çok yetenekli bir çocuktu, ihtisas sonrası zar zor kendini uzaklarda bir üniversiteye atmıştı. Ülke içinde ve dışında pek çok başarılı bilimsel projeye imza attığını, çok sayıda bilimsel ödül aldığını, ülke dışında çok tanınır olduğunu ve oralardan çok sayıda teklif aldığını ancak geri çevirdiğini, değerli öğrenciler yetiştirdiğini duymuştum. Biraz karamsardı, kendini eğitim-öğretim ve araştırmaya fazlasıyla adadığı için geçim sıkıntısı çektiğini, kimsenin kendisinin fikirlerinden yararlanmadığını söylüyordu. “Güzel kardeşim sen çok değerli bir bilim insanısın, bizim bölüme gel.” diyecek oldum, ama bir baktım ki “Bizim bölümde yeni hocaya ihtiyacımız yok.”… Hem daha birkaç ay önce yeğenimi hoca olarak almıştık. Yeğenim diye söylemiyorum, ama “pırlanta gibi bir çocuk.” Bir de bölüme almak için söz verdiğim bir büyüğümün yakını var. Gerçi kendisini tanımıyorum, ama eminim ki o da “pırlanta gibi bir çocuktur”…
40. Yıl: Bugün emekli oldum. Şu yaş sınırı olmasa bir 10 yıl daha koltuğumda oturur ve hizmetlerimi sürdürürdüm. Huzur içindeyim, çünkü arkamda bana benzeyen, akademik olarak o kadar parlak bir genç nesil bıraktım ki. Yerimi nasıl dolduracaklar bilmem, ama benim gibilere o kadar çok ihtiyaç var ki.
Kaynak: Medimagazin
Konular
- Escort kızın akılalmaz oyunu
- Dr Tarpley: Türkiye, Başına Geleceklerin Farkında Değil mi?
- ALGI OPERASYONU ve PIZZA
- ZEYTİNYAĞLI YİYEMEM AMAN GERÇEĞİ
- Aşılar Vasıtasıyla Dünya Nüfusunun Azaltılması Planlanıyor!
- Efkar osmanlıca nasıl yazılır
- TÜRKİYE; İNGİLİZ MİLLETLER TOPLULUĞU ÜYESİ Mİ?
- Yapılan iyilik hemen unutulur
- Hikayeler
- İngilizler
- Çocuk
- Osmanlı gitti, huzur bitti
- Mantolama ile zehirliyorlar!
- Robert Koleji ve Fatih’ten Alınacak İntikam
- Biyolojik ritme saygı !
- OSMANLIDA BORÇLANMA VE ISLAHAT FERMANI
- ABDULKADİR GEYLANİ VE AHÇISI..
- “BABAN GELİRSE BENİ HEMEN ÇAĞIR HA..!”
- Terayağı hazırlayan yaşlı adam
- Ünlü Ressam ve Çocuk
- ‘Atatürk gay miydi?’ demek suç değil!
- Baskı ve Yönlendirmelere Dikkat!
- ENDİŞE BİTTİĞİNDE SAĞLIK BİR ANDA DÜZELİR..
- Afganistan’ın LİTHİUM ile imtihanı...
- Baş Ağrısı
- Süt tozu yardımının hikayesi
- Sinsi insan tipinin on özelliği
- Dilin Kadar Varsın
- "Adnan nasıl kızım"...?
- ESTONYA FERİBOTU SENDROMU