Çeketini satıp osmanlıya asker olan pakistanlı
OSMANLI ORDUSUNA KATILABİLMEK İÇİN CEKETİNİ SATARAK PAKİSTAN'DAN TÜRKİYE'YE GELEN PEŞAVERLİ ABDURRAHMAN BEY
Şanlı tarihimize renkli şahsiyeti ile karışmış, fakat bugüne kadar ismi çok az duyulmuş olan genç bir müslüman Hintlinin, Peşaverli Abdurrahman Somdani Bey'in hikayesini sunuyoruz...
- "Bu ne?"
- Bu para senin, güle güle harca.
Abdurrahman'ın gözleri dolu dolu olmuştu. Küçük yaştan beri hayran olduğu Osmanlı ülkesine gitmek istiyordu. Karşısına mükemmel bir fırsat çıkmıştı: Hindistan Müslümanları, Dr. Muhtar Ahmet Ansari'nin başkanlığında, Balkan Harbi içinde bulunan Türkiye'ye bir Kızılay heyeti gönderiyordu. Ama Abdurrahman'ın parası yoktu. Bu parayı babasından istemiş fakat oğlunun tahsilini yarıda bırakarak bu şekilde memleket dışına çıkmasına rıza göstermeyen babası ona para vermemişti. Bunun üzerine Abdurrahman ceketini satışa çıkarmış, arkadaşları da bunu birkaç defa satın alıp hem ceketini, kendisine geri vermişler hem de yol parasını sağlamışlardı.
Bu olay 1912 yılı Aralık ayının ilk günlerinde, sonradan Pakistan haline gelecek olan Hindistan'ın kuzey-batı bölgesindeki Peşaver kentinde geçiyordu. 22 Aralıkta İstanbul'a varan heyet büyük tezahüratla karşılanmış ve Çatalca hattına yaralılara hizmet için gönderilmişti.
Balkan Harbi bitince heyetin görevi de sona ermiş ve bir eksiğiyle Hindistan'a dönmüştü. Türkiye'de kalan heyet üyesi, Abdurrahman Bey'di. Aynı Abdurrahman Bey 10 yıl kadar sonra da Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi kararıyla Afganistan'a Türkiye Büyükelçisi olarak gönderilecek, Türk milletinin yabancı asıllı bir şahsa gösterdiği en büyük lütuflardan birine mazhar olacaktı.
Abdurrahman Bey daha okul sıralarındayken Türkler'e karşı büyük bir hayranlık ve sevgi duymuştu. Öylesine bir hayranlık ve sevgi ki kardeşleri Abdurrahman Bey'e «Turki Lala» yani «Türk ağabey» diyorlardı. Balkan Harbi patlak verdiği zaman Aligarh İslam Koleji'nde okumakta olan Abdurrahman, arkadaşlarını et yemeklerinden kesmeye teşvik ederek Türk yaralıları için bir yardım fonu kurmuş, zamanın İngiliz valisi Sir James Meston'un itirazına rağmen bu teşebbüsünü yürütmeye muvaffak olmuştu.
İşte bu sırada Hint müslümanlarının Türkiye'ye bir Kızılay heyeti göndermesi, bu genç Türk hayranına sevdiği memlekete gidip insanlarının arasına karışmak imkanını vermişti.
Balkan Harbi'ni Dünya Harbi takip etmişti. O devrin padişahı Sultan Reşat, Afgan Emiri Habibullah'a bazı kıymetli hediyeler göndermek istiyordu. Bu işe Rauf (Orbay) Bey'in başkanlığında bir heyeti görevlendirmiş, Rauf Bey de Afgan dilini iyi bildiği için Abdurrahman'ı yanına almıştı. Ama heyet üyeleri İran sınırında İngiliz kuvvetleri tarafından durdurulmuştu. Bu olay üzerine fena halde öfkelenen Abdurrahman, o sırada Hacca gitmek üzere İran sınırına yakın bir yerde toplanmış olan bazı Afganlıları silahlandırmış, önemli bir geçidi İngilizlere karşı 36 saat tutarak heyet üyelerinin esir düşmelerine engel olmuş ve çarpışma esnasında da yaralanmıştı.
Neticede Rauf Bey ve arkadaşları Afganistan'a gidemeyince Abdurrahman da onlarla beraber İstanbula dönmüştü. Bundan sonra Abdurrahman Bey, Rauf Bey'in yardımı ile Harb Okulu'na kaydolmuş, iki sene sonra da Türk ordusuna subay olarak katılmıştı.
Abdurrahman Bey mütareke yıllarını İstanbul'da gizlenerek geçiriyordu. Bir gün, genç Pakistanlıyı himayesi altına almış bulunan Rauf Bey, İstanbul Mebusan Meclisi'nin İngilizler tarafından dağıtılacağını ve bazı devlet adamlarının tevkif edileceğini haber almış, İngilizlerin eline esir düşmemesi için Abdurrahman'ı gizlice Anadolu'ya göndererek Kuva-yi Milliye'ye katılmasını sağlamıştı. Ertesi günü gerçekten İngilizler birçok devlet adamını Malta'ya sürmüşlerdi. Bunların arasında Rauf Bey de vardı.
Uzun boylu, yakışıklı ve cesur bir insan olan Abdurrahman Bey aynı zamanda çok zeki ve bilgili bir gençti. Milli Mücadele hareketine bu vasıfları ile de faydalı olmuş, muhaberat ve neşriyat işlerine bakmak için kurulan bir büroda çalışmıştı.
O sırada yeni kurulan Büyük Millet Meclisi Hükümeti bir yandan saldırgan kuvvetlere karşı savaşırken, bir yandan da bizi seven milletlerle diplomatik münasebetler kurmaya çalışıyordu. Türkiye'ye yakınlık gösteren devletler arasında Afganistan seçkin bir mevkiye sahipti.
Ankara'ya elçi gönderen devletlerin başında da yine Afganistan geliyordu. Bu güzel davranışı cevapsız bırakmak olamazdı. Nihayet bu memlekete bir elçi gönderilmesine karar verilince, ilk akla gelen insan Peşaverli Abdurrahman Bey oldu ve Büyük Millet Meclisi Hükümeti kendisini «Fevkalade Murahhas» unvanı ile Afganistan'a ilk Türk Büyükelçisi olarak yolladı.
Elçiliği sırasında Afganistan Kralı Amanullah Han kendisine çok iltifat etti, hatta ikametine, "Ayniül İmara" denilen ve prensliği zamanında oturmuş olduğu sarayı tahsis etti.
Abdurrahman Bey birkaç yıl sonra tekrar İstanbul'a dönünce yine Rauf Bey'in maiyetinde çalışmaya başladı. Rauf Bey ve Kazım Karabekir, 1924'te Terakkiperver Fırkası'nı kurmaya çalışıyordu.
Yakın çalışma arkadaşları arasında Abdurrahman Bey de vardı. Ancak 1925 yılının bir Mayıs gecesi Beşiktaş'tan Nişantaşı'ndaki evine dönmekte olan Abdurrahman Bey, üç meçhul şahıs tarafından tabanca ile vuruldu ve bütün çabalara rağmen Haziran'ın son günü hayata gözlerini yumdu.
Şanlı tarihimize renkli şahsiyeti ile karışmış, fakat bugüne kadar ismi çok az duyulmuş olan genç bir müslüman Hintlinin, Peşaverli Abdurrahman Somdani Bey'in hikayesini sunuyoruz...
- "Bu ne?"
- Bu para senin, güle güle harca.
Abdurrahman'ın gözleri dolu dolu olmuştu. Küçük yaştan beri hayran olduğu Osmanlı ülkesine gitmek istiyordu. Karşısına mükemmel bir fırsat çıkmıştı: Hindistan Müslümanları, Dr. Muhtar Ahmet Ansari'nin başkanlığında, Balkan Harbi içinde bulunan Türkiye'ye bir Kızılay heyeti gönderiyordu. Ama Abdurrahman'ın parası yoktu. Bu parayı babasından istemiş fakat oğlunun tahsilini yarıda bırakarak bu şekilde memleket dışına çıkmasına rıza göstermeyen babası ona para vermemişti. Bunun üzerine Abdurrahman ceketini satışa çıkarmış, arkadaşları da bunu birkaç defa satın alıp hem ceketini, kendisine geri vermişler hem de yol parasını sağlamışlardı.
Bu olay 1912 yılı Aralık ayının ilk günlerinde, sonradan Pakistan haline gelecek olan Hindistan'ın kuzey-batı bölgesindeki Peşaver kentinde geçiyordu. 22 Aralıkta İstanbul'a varan heyet büyük tezahüratla karşılanmış ve Çatalca hattına yaralılara hizmet için gönderilmişti.
Balkan Harbi bitince heyetin görevi de sona ermiş ve bir eksiğiyle Hindistan'a dönmüştü. Türkiye'de kalan heyet üyesi, Abdurrahman Bey'di. Aynı Abdurrahman Bey 10 yıl kadar sonra da Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi kararıyla Afganistan'a Türkiye Büyükelçisi olarak gönderilecek, Türk milletinin yabancı asıllı bir şahsa gösterdiği en büyük lütuflardan birine mazhar olacaktı.
Abdurrahman Bey daha okul sıralarındayken Türkler'e karşı büyük bir hayranlık ve sevgi duymuştu. Öylesine bir hayranlık ve sevgi ki kardeşleri Abdurrahman Bey'e «Turki Lala» yani «Türk ağabey» diyorlardı. Balkan Harbi patlak verdiği zaman Aligarh İslam Koleji'nde okumakta olan Abdurrahman, arkadaşlarını et yemeklerinden kesmeye teşvik ederek Türk yaralıları için bir yardım fonu kurmuş, zamanın İngiliz valisi Sir James Meston'un itirazına rağmen bu teşebbüsünü yürütmeye muvaffak olmuştu.
İşte bu sırada Hint müslümanlarının Türkiye'ye bir Kızılay heyeti göndermesi, bu genç Türk hayranına sevdiği memlekete gidip insanlarının arasına karışmak imkanını vermişti.
Balkan Harbi'ni Dünya Harbi takip etmişti. O devrin padişahı Sultan Reşat, Afgan Emiri Habibullah'a bazı kıymetli hediyeler göndermek istiyordu. Bu işe Rauf (Orbay) Bey'in başkanlığında bir heyeti görevlendirmiş, Rauf Bey de Afgan dilini iyi bildiği için Abdurrahman'ı yanına almıştı. Ama heyet üyeleri İran sınırında İngiliz kuvvetleri tarafından durdurulmuştu. Bu olay üzerine fena halde öfkelenen Abdurrahman, o sırada Hacca gitmek üzere İran sınırına yakın bir yerde toplanmış olan bazı Afganlıları silahlandırmış, önemli bir geçidi İngilizlere karşı 36 saat tutarak heyet üyelerinin esir düşmelerine engel olmuş ve çarpışma esnasında da yaralanmıştı.
Neticede Rauf Bey ve arkadaşları Afganistan'a gidemeyince Abdurrahman da onlarla beraber İstanbula dönmüştü. Bundan sonra Abdurrahman Bey, Rauf Bey'in yardımı ile Harb Okulu'na kaydolmuş, iki sene sonra da Türk ordusuna subay olarak katılmıştı.
Abdurrahman Bey mütareke yıllarını İstanbul'da gizlenerek geçiriyordu. Bir gün, genç Pakistanlıyı himayesi altına almış bulunan Rauf Bey, İstanbul Mebusan Meclisi'nin İngilizler tarafından dağıtılacağını ve bazı devlet adamlarının tevkif edileceğini haber almış, İngilizlerin eline esir düşmemesi için Abdurrahman'ı gizlice Anadolu'ya göndererek Kuva-yi Milliye'ye katılmasını sağlamıştı. Ertesi günü gerçekten İngilizler birçok devlet adamını Malta'ya sürmüşlerdi. Bunların arasında Rauf Bey de vardı.
Uzun boylu, yakışıklı ve cesur bir insan olan Abdurrahman Bey aynı zamanda çok zeki ve bilgili bir gençti. Milli Mücadele hareketine bu vasıfları ile de faydalı olmuş, muhaberat ve neşriyat işlerine bakmak için kurulan bir büroda çalışmıştı.
O sırada yeni kurulan Büyük Millet Meclisi Hükümeti bir yandan saldırgan kuvvetlere karşı savaşırken, bir yandan da bizi seven milletlerle diplomatik münasebetler kurmaya çalışıyordu. Türkiye'ye yakınlık gösteren devletler arasında Afganistan seçkin bir mevkiye sahipti.
Ankara'ya elçi gönderen devletlerin başında da yine Afganistan geliyordu. Bu güzel davranışı cevapsız bırakmak olamazdı. Nihayet bu memlekete bir elçi gönderilmesine karar verilince, ilk akla gelen insan Peşaverli Abdurrahman Bey oldu ve Büyük Millet Meclisi Hükümeti kendisini «Fevkalade Murahhas» unvanı ile Afganistan'a ilk Türk Büyükelçisi olarak yolladı.
Elçiliği sırasında Afganistan Kralı Amanullah Han kendisine çok iltifat etti, hatta ikametine, "Ayniül İmara" denilen ve prensliği zamanında oturmuş olduğu sarayı tahsis etti.
Abdurrahman Bey birkaç yıl sonra tekrar İstanbul'a dönünce yine Rauf Bey'in maiyetinde çalışmaya başladı. Rauf Bey ve Kazım Karabekir, 1924'te Terakkiperver Fırkası'nı kurmaya çalışıyordu.
Yakın çalışma arkadaşları arasında Abdurrahman Bey de vardı. Ancak 1925 yılının bir Mayıs gecesi Beşiktaş'tan Nişantaşı'ndaki evine dönmekte olan Abdurrahman Bey, üç meçhul şahıs tarafından tabanca ile vuruldu ve bütün çabalara rağmen Haziran'ın son günü hayata gözlerini yumdu.
Hikayeler
- Abdulhamid Han Hz.leri ve dilsiz çocuk
- Bal isteyen kuş porsuğu nasıl kullanır?
- Çeketini satıp osmanlıya asker olan pakistanlı
- Dünya Bankası'na ayar çeken Türk çoban
- EŞŞEK YOKSA AMERİKALI VAR...!
- Gazze cephesindeki türk topçusunun kahramanlığı
- Kavak Ağacı ile Kabak
- Kırmızı Başlıklı Kız Masalını Bir De Kurttan Dinleyin!
- Mutlu Evliliğin Sırrı
- Okunası İbretlik bir Hikaye - Kuyruk Acısı
- Resimdeki hatayı gösterenler ve düzeltebilenler
- TİMUR'UN SIRRI
- Yahudiden ticari sır aldığını zan eden müslüman
- Yapılan iyilik hemen unutulur
- Yunan ve Türk şirketleri arasındaki fark